Paris`te Aşk Başkadır
Paris`te Aşk Başkadır
Havanın keskin soğuğuna rağmen önümde uzanan kocaman demir yapıya bakmaktan kendimi alamıyordum.
Paris`te Aşk Başkadır
Kaç defa görmüş olursam olayım hala her gördüğümde nefesim kesilip ilk günkü heyecanımı yaşıyordum.
Herkese, hatta çoğu zaman bana bile saçma gelse de nedeni belliydi; yıllarca burasının hayalini kurmuştum.
Odamın duvarları neredeyse hiç boşluk kalmayacak şekilde buranın posterleri, hatta dergilerden kesilmiş resimleriyle doluydu.
Sadece bu demir yığını değil, Paris’in her köşesini daha gelmeden önce avcumun içi kadar iyi biliyordum.
Yürüyeceğim sokakların adını bile biliyordum. Bu benim için bir tutkuydu.
Aileme kalırsa takıntı Kim ne düşünürse düşünsün; ben hayalimi gerçekleştirdim ve benim için bu, insanların düşüncelerinden çok daha önemli.
En yakınlarım olsa bile.
Bu arada İlkler listemde gün geçtikçe tiklerle doluyordu.
Ayaz’ın bunda etkisi o kadar fazla ki Öğrendiğinden beri listeyi tekrar göstermememe rağmen yaptığımız her şey listemin bir maddesiydi.
İlk yaptığımız şey; gün batımında Eyfel’e çıkıp şehrin o mükemmel manzarasını seyretmiştik.
Yükseklikle alakalı olmayan bir şekilde uçtuğumu hissediyordum.
Resmen ayaklarım yerden kesilmişti.
Karşımda panoramik bir şekilde aşık olduğum şehir ve yanımda bakışları kalbimi delip geçen aşık olduğum adam.
Evet, o gün gerçekten kabul etmiştim Ayaz’a aşık olduğumu ve bu da gelecek her acıya kalbimi ardına kadar açmıştı.
Sonra inanılmaz lezzetli bir yemek yemiştik kulede.
Ortamızda mum ışığı, karşımızda şehrin ışıkları, tepemizde parıldayan yıldızlar ve karşımda okyanus gözlüm.
Gerçekten o gün öleceğimi düşünmüştüm ve bunu gram sorun etmiyordum.
Çünkü böyle mükemmel şekilde ölmek kime nasip olurdu ki.
Paris`te Aşk Başkadır
Ölmedim ve hayat olduğundan daha güzel ilerlemeye başladı Ayaz’la.
Sein Nehri’nde tekne gezintisine çıktık, Şanzelize Caddesi’ni boydan boya gezdik, neredeyse bütün üniversite, kilise ve müzeleri gezdik, Louvre’a gittik, Luxembourg Bahçeleri’ni gezdik (O çiçek kokuları hala burnumdan gitmiyor.),
Sanat Köprüsü’nde tüm aşıkların yaptığı gibi dilek dileyip kilit taktık ve anahtarı nehre fırlattık, Fransa’ya özgü yiyecekler ve içecekler tattık ve bazen de bir yere varmak için uğraşmadan saatlerce el ele yürüdük.
Senelerce planladığım, yapamayacağım, gidemeyeceğim ihtimalini aklımın ucuna daha getirmediğim, defalarca üstlerinden geçtiğim ve bu yüzden satırları silinmeye yüz tutmuş o kağıt parçasının neredeyse her maddesini tamamladık.
Ayazla`la Ayaz Sayesinde
En ilginci de okuldaki o gün hiç yaşanmamış gibi devam ettik.
İkimizden de o konu hakkında, söylediklerimiz hakkında tek kelime çıkmıyordu.
Paris`te Aşk Başkadır
Sanki her şeyi akışına bırakmıştık ve bu akış gerçekten çok güzeldi.
Başımızda bir bela yoktu, hatta her şey ilk defa bu kadar yolundaydı.
Kimse kimseyle kapışmıyordu ve hem Ayaz’ın hem de benim arkadaşlarım, ki buna Giray’da dahil, inanılmaz iyi vakit geçiriyorlardı.
Savaş’la Ayaz ise her zamanki gibiydiler ama artık tatlı bir sataşma vardı aralarında.
Savaş her zamanki gibi Ayaz’ı benimle kıskandırmaya çalışıyor, Ayaz’da Savaş’la beni yalnız bırakmamak için elinden geleni yapıyordu.
Bense bir yandan arkadaşlarımla ve Ayaz’la iyi vakit geçirip diğer yandan Paris’in ve çevre ülkelerin altını üstüne getiriyordum.
Gezmenin yanı sıra dans ve müzik grubumla ve derslerimle de işler inanılmaz yolundaydı.
Gerçekten çok mutlu olmalıydım, değil mi? Ama içimde bunu engelleyen iğrenç bir duygu vardı.
Kendimi ufacık sivri bir iğneyle patlayabilecek mutluluk balonundaymışım gibi hissetmekten geri duramıyordum.
Sanki her şey o ufacık iğnenin ortaya çıkmasıyla tuzla buz olacak gibi geliyordu.
Bu Histen Bir Türlü Kurtulamıyorum
Başımı düşüncelerimin ağırlığıyla sağa sola sallayıp oturduğum yerden kalktım.
Diva’da programımız vardı ve havanın kararmasına bakarsak geç kalmış olabilirdim.
Allah’tan mekan bulunduğum yere çok yakındı.
Yoksa bu soğukta oraya gidesiye kadar kesin hasta olurdum diye düşündüm.
Toparlanıp yola koyulduktan sonra dakikalar içinde Diva’ya vardım.
İçeri girer girmez sıcak havayla mayışıp çocukları aramaya başladım.
Bar masalarından birinin etrafına tünemişlerdi.
Ağır adımlarla yanlarına gidip içimdeki sıkıntıya inat kocaman gülümsedim.
Herkese Selam Nasılsınız Millet?
Yersiz neşeme Giray ve Rüya dışında herkes kocaman gülümseyerek cevap verirken onlar sessiz kalmayı tercih ettiler.
Giray’ın gerçek ruh halimi anladığından emindim ama Rüya’ya ne olduğunun merakı içine düşmüştüm.
Ortalık sessizleştiğinde Rüya’nın koluna girip içecek alma bahanesiyle onu bara yönlendirdim.
İçecekleri sipariş edince yüzümdeki salak sırıtışı silip Rüya’yı da yanıma çekerek bar taburelerinden birine oturdum.
Dökül Çabuk
Salağa yatıp neyi döküleyim dercesine baktı.
“Rüya açtırma ağzımı.
Neyin var, söyle.”
Rüya gözlerini gözlerime dikti.
“Esas sen söyle.
Nasılsın, iyi misin?”
“İyiyim, neden iyi olmayayım ki?”
Rüya resmen gözlerime zavallı sen diye bakarken bir şey sormama fırsat kalmadan Giray yanımıza geldi.
“Hadi, sahneye çıkıyoruz.”
Ayağa kalkıp sahneye yönelirken Rüya’ya bu iş burada bitmedi bakışlarımı yollamayı ihmal etmedim.
İçimdeki sıkıntı sahneye çıktığımda bile bitmek tükenmek bilmedi.
Sanki kötü bir şey olacakmış gibi hissetmekten kendimi şarkılara veremeyip gitarda birkaç kez yanlış akora basmıştım.
Kalbim sahneye çıktığımdan beri inanılmaz hızlı atıyordu ve bunun heyecanla gram alakası yoktu.
Hatta bu sahne kendimi en rahat hissettiğim yerlerden birisiydi.
Giray mikrofonla birkaç dakikalık ara verdiğimizi duyurduğunda resmen kendimi, mekanın geri kalanından daha yüksekte duran sahneden koşarcasına bizimkilerin yanına attım.
Herkes etrafıma doluşup neyim olduğunu sorup duruyorlardı ve ben tüm bu sorulardan kafayı yememe az kalmıştı.
Giray sahneden inip yanıma geldiğinde gözlerindeki endişe parıltılarını seçebiliyordum.
Soru sormasına fırsat vermeden konuşmaya başladığımda sesim tahminimden daha yüksek çıkıyordu.
“Neyim olduğunu bilmiyorum, tamam mı? İçimde kötü bir his var.
Sanki çok kötü bir şey olacakmış gibi hissediyorum ve bütün gün bu ruh halinden kurtulamadım.
Ama şu an… Hayatım boyunca böyle hissettiğim bir anı hatırlamıyorum.”
İçimdekileri dışarı vurmamla dolan gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı.
Sinirlendiğimde, sıkıldığımda ağlamaktan hep nefret ederdim ve ağladıkça rahatlayacağıma kendime daha çok sinir olup daha çok ağlardım.
Resmen Sonsuz Bir Döngü Gibiydi
Rüya bunu bildiğinden kolunu koluma dolayıp kimsenin bir şey demesine izin vermeden beni nehri gören balkona çıkardı.
Buz gibi hava tenimi yaktıkça kendime geleceğime daha beter ağlamaya başladım.
Rüya’ya dönüp ne olduğunu anlamadığımı söyleyecekken onun benden beter bir halde olduğunu fark ettim.
Gözyaşlarım anında durup içimi bir titreme aldı.
Rüya’nın kollarını tutup gözlerimin içine bakmasını sağladım.
“Canım arkadaşım, neyin var?”
Rüya histerik bir kahkaha atıp gözlerini silmeye başlamış beni göstererek konuşmaya başladı.
“Sen hep böylesin işte.
Yorgunmuşsun, üzgünmüşsün, canın sıkkınmış hiçbir önemi yok.
Sevdiklerin hep kendinden önce gelir.
Sen bir insanın sahip olabileceği en harika dostsun. Ama ben… Ben öyle değilim.”
Bedeni hıçkırıklarla sarsılırken kollarımı açıp ona sarılmaya hazırlandım.
Ama izin vermeyip birkaç adım geriye çekildi.
Söylediklerinin doğru olmadığını, tersine harika bir dost olduğunu söyleyip neden böyle düşündüğünü soracakken ellerini yukarı kaldırıp konuşmama izin vermedi.
“Umarım beni affedebilirsin.
Sana tek söyleyebileceğim; eve git Alaz. Lütfen, bir an önce eve git.”
Hiçbir şey anlamasam da Rüya’nın lafını ikiletecek değildim.
Çünkü onu hiç bu kadar ciddi görmemiştim ve ev kelimesi ağzından çıktığından itibaren sıkıntım elle tutulacak kadar artıp vücudum inanılmaz gerilmişti.
İçeri koşup çantamı aldıktan sonra koşarak kendimi Diva’dan dışarı attım.
Telaşla peşimden koşuşturan arkadaşlarıma özürler sıralayıp bir taksi çevirmek için hazırlanırken adımı seslenen birisiyle olduğum yere çakıldım.
Mekanın önünde siyah bir araba ve onun önünde okuldan tanıdığım ve Savaş’ın yakın arkadaşı olduğunu bildiğim bir çocuk vardı.
Paris`te Aşk Başkadır
Adının Aleron olduğunu hatırladığım çocuk konuşmama izin vermeden arabanın ön kapısını açıp kısaca her şeyi açıklamaya başladı.
“Savaş arabaya ihtiyacın olacağını düşünmüş.
Seni istediğin yere götürmek için geldim.”
Kendime bir kez bile düşünmeye fırsat tanımadan artık iyice ilerlettiğim Fransızcam’la Aleron’un yanından geçip ön koltuğa oturarak beni Ayaz’ın evine götürmesini rica ettim.
Aleron başka tek kelime etmeden arabayı çalıştırıp yola çıktığında arkamda paniklemiş arkadaşlarım, önümde asla hazır olmadığım bir karşılaşma vardı ve gözlerim istemsizce dolmaya devam ediyordu.